Eser Sözleşmesinin Mevcut Olduğu Durumlarda Taksirle Yaralama Suçu

Eser Sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, işsahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmesidir (TBK.m.470). Yüklenici, üstlendiği edimleri işsahibinin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek zorundadır (TBK.m.471/1).  
 
Eser sözleşmesinde yüklenici yaptığı işin uzmanı olup, eser denilen sonucun gerçekleşmesini taahhüt eder. İş sahibinden talimat almaz, ona karşı bağımsızdır. Yanında işçi çalıştırıyorsa işçisine karşı da işveren durumundadır. Dolayısıyla eser sözleşmelerinde yüklenici işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına göre iş yerinde tüm tedbirleri almak ve bu konuda denetimi sağlamakla yükümlüdür. İşin uzmanı İşin uzmanı sayılan yüklenici Borçlar Kanunu´nun 357. maddesi uyarınca yükümlendiği işin ifası sırasında gerekli özen ve dikkati göstermekle görevli olup yüklenici ve iş sahibinin kusuru işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına göre çözümlenemez. Dolayısıyla tarafların olayın meydana gelmesinde kusuru bulunup bulunmadığı iş hukuku mevzuatı hükümlerine göre değil, eser sözleşmesi hükümleri doğrultusunda saptanmalıdır. Eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklar konusunda uzman üç kişilik teknik bilirkişi kurulu oluşturularak tarafların kusur durumlarının saptanması gerekmektedir (Y.15. HD. E.2019/203 K.2019/3489). 
 
Eser sözleşmesi ile yüklendiği edimini yerine getirirken veya sözleşmenin hazırlanması aşamasında gerekli tüm tedbirleri, yüklenici almakla ödevlidir. Yüklenici, işçi sayılamayacağından iş sahibinin denetimine tâbi değildir. Yüklenicilerin, iş sahibine karşı Borçlar Kanunu’nun 357. maddesi hükmünden kaynaklanan sadakat borcu ve aynı Kanun´un 356. maddesi hükmüne dayalı özen borcu söz konusudur (Y.15. HD. E.2015/6252 K.2016/2144). 
 
Yargıtay´ın bir kararında, "...olayda 27.08.2012 tarihinde tarladaki bir kuyuyu temizlemek için kuyuya inen ve kuyuda biriken karbonmonoksit gazından zehirlenerek ölen kişinin durumu, davalı ile ölen arasında iş sözleşmesi olmadığından, bunun yerine söz konusu sözleşmenin eser sözleşmesi olarak nitelendirilmesi gerektiğine..." hükmetmiştir (Y.21.HD. E.2015/417, K.2015/12700). 
 
Yargıtay´ın bir kararında, "...aralarında işçi-işveren ilişkisi bulunmayan ... ve ...’nin yapılacak işe bakmak amacıyla çıktıkları çatıda, ölenin de demir doğrama işi yaptığı ve bu alanda işyeri sahibi olması dolayısıyla kendi emniyetinin kendisi tarafından alınması gerektiğinin anlaşılması karşısında; kazanın oluş şekli de değerlendirildiğinde kendisine kusur izafe edilmesi mümkün olmayan sanık ...’in beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi..." yerinde görülmeyerek, kararın usul ve yasaya aykırı olduğu açıklanmıştır (Y. 12 CD. E. 2018/ 2468 K.11600). 
 
Öğretide ve yargısal kararlarda taksir, bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi, biçiminde tanımlanmıştır. Bilinçli taksir ise, kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hali olarak, tanımlanmıştır (TCK.m.22/3).
 
Taksirli suçlarda da gerek icrai, gerekse ihmali hareketlerin iradi ve meydana gelen sonucun öngörülebilir olması, bunun yanında hareketle netice arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Olayda iradi bir davranışın bulunmaması halinde taksirden söz edilemeyecek, öngörülmeyen neticenin gerçekleşmesi durumunda da failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
 
Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması halinde fail bu sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır. Neticenin gerçekleşmesinde mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksir vasfını da değiştirmeyecektir.
 
Zararlı neticenin, failin hareketinin, mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketleri ile birleşmesi sonucunda meydana geldiği durumlarda, taksirle sorumluluk şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesi açısından, neticeye kimin sebebiyet verdiği, failin iradi hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
 
Mağdur ya da üçüncü kişinin hareketlerinin ya da bir başka nedenin neticenin tek sebebi olduğu veya zararlı neticenin yalnızca bu kişilerin kusurlu hareketlerinden kaynaklandığı durumlarda, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir.
 
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelmesi yaptırılabilir. Ancak, bu durumlarda bilirkişinin yapacağı inceleme işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hakimin yerine geçmeyi ifade eder.
 
Ceza yargılamasının amacı, her somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit bulunan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Ceza Hukukunun en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi "şüpheden sanık yararlanır" ilkesidir. Bir ceza davasında sanığın cezalandırılmasına karar verilebilmesi  bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık lehine değerlendirilmesidir. Dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ve gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe bulunması halinde, bu kural uygulanmalıdır. Sanığın üzerine atılı bulunan suçlardan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye yer vermeyecek kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılmamış olay ve iddialar aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, toplanan delilerin bir kısmına dayanılıp, diğer bir kısmı gözardı edilerek ulaşılan kanaatlere değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat hiçbir şüphe veya başka türlü oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa ihtimale dayanılarak sanığın mahkumiyetine karar vermek, ceza mahkemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm kurmak anlamına gelecektir (YCGK 2015/276 E.-2016/263 K.). 

İlginizi Çekebilecek Diğer Yazılar

Whatsapp